TÜR: Animasyon, Aksiyon, Dram, Fantastik, Gerilim, Macera
SÜRE: 134 dk
YÖNETMEN: Hayao Miyazaki
SENERYO: Hayao Miyazaki
Animasyon dünyasındaki en iyi stüdyolardan biri olan Stüdyo Ghibli,fantastik dünyayı gerçek dünyayla birleştirmeyi
başarıyor. Hayao Miyazaki’nin önderliğinde kurulmuş bu stüdyonun en iyi
işlerinden biri olarak kabul gören Mononoke-hime’yi (Princess Mononoke)
izledikten sonra düşüncelerimizi paylaşalım :D
Film, Ashitaka’nın köyünün yanındaki ormanda bir şeylerin ters gittiğini
anlamasıyla başlamakta. Değdiği her şeyi yok eden bir iblisin varlığını fark
eden Ashitaka, iblisle savaşıp onu yener fakat ölümcül bir yara da alır.
Yarasından ötürü oluşan bu lanetten kurtulmak için köyünü terk etmek zorunda
kalan Ashitaka, kendisine yardım edeceğini ümit ettiği Ormanın Ruhu’nu aramaya
başlar. Fakat Ormanın Ruhu’nu arayan tek kişi Ashitaka değildir: Leydi Eboshi
ve kötü Demirkasaba sakinleri de bu mistik yaratığın peşindedir. Öte yandan
Prenses Mononeke Leydi Eboshi’ye engel olmaya çalışıp doğayı kurtarma
amacındadır.
Miyazaki’nin kendi yönettiği her filminde olduğu gibi fantastik dünyayla
gerçek dünyayı birleştiren ve hikayesine bunu olabildiğince doğal (ya da
doğal-üstü) şekilde yansıtmayı başardığını biliyoruz. Öte yandan her bir
hikayesinde masum bir aşk öyküsü katmayı da bir şekilde başarıyor usta
yönetmen. Bu aşkın kahramanlarını seçerken de elinden geldiğince genç
karakterleri kullanıyor. Bu kahramanların yine bir diğer özelliği ise en az
birinin soğukkanlı ve gizemli olması. Seyirci o kahramanın iç dünyasını
çözümlemeye çalışırken zaten yoruluyor, daha da kötüsünü ise kahramana aşık
olan diğer kahramanımız tüm çileyi çekiyor. Mononoke-hime’de de bunlar söz
konusu. Feminizm ve doğacılık, doğalcılığı anlatırken küçük bir aşk öyküsü
üzerinden gidiyor Miyazaki.
Diğer filmlerde olduğu gibi Mononoke-hime’de de en dikkat çeken şey doğa
tasvirleri. Miyazaki, bizzat kendisinin çizdiği bu görsellerde çevredekilerin
en ince detayına kadar iniyor. Kendi bir hayli geniş hayal dünyasında
oluşturduğu hiç de korkutucu olmayan canavarları ve yaratıkları da kafasında
yarattığı gibi kağıda yansıtıyor. Mononoke-hime’de bu yaratıklardan en
sevimlileri ise ağaçların ruhlarını temsil eden minik beyaz şeyler. Kafalarını
sallayarak çıkardıkları sesler ise uzun sürdüğünde sinir bozucu olabiliyor ama
bu, onların sevimli birer yaratık olmalarından hiçbir şey eksiltmiyor.
İyi ile kötünün savaşının bir örneği olan Mononoke-hime, şiddetin
ayrıntılarını derinlemesine işleyen bir animasyon olması sebebiyle de tamamen
yetişkinlere yönelik. Özellikle Ashitaka’nın adamları öldürdüğü sahnelerde
kopan kollar, kafalar filan hiç de çocuklara yönelik değil bence. Hollywood’un
animasyonlarından Ghibli’yi ayıran bir diğer şey de bu. Kötü olan bir
köpekbalığının hiçbir şeyi yediğine tanık olmadığımız Pixar ve Dreamworks
yapımlarına karşı Mononoke-hime’de alabildiğine ölüyor insanlar. Gerçi ölen tek
şey insanlar değil; hayvanlar ölüyor, tanrılar ölüyor, doğa ölüyor. Asıl nokta
da bu, doğanın ölmesi. Filmin ana fikrini oluşturan mesaj doğayı katletmememiz
gerektiği şeklinde. İşin sıkıcı tarafı o elbette, yoksa böyle mesaj kaygısını
ekstrem şekilde ele alan yapımlardan pek hoşlanmıyorum.
Filmin, hiç şüphesiz, en çekici şeylerinden biri de müzikleri. Japonya’nın
uluslar arası arenada en tanınmış bestecilerinden olan Joe Hisaishi’nin (ki
kendisi Oscar ödüllü yapımlar olan Spirited Away ve Departures’ın yanında
Howl’s Moving Castle, Ponyo, My Neighbour Totoro gibi dünyaca ünlü filmlerin
bestelerine de imza atmıştır) işi olan film müzikleri tek kelimeyle şahane.
Özellikle Spirited Away’deki işlerine hayran kaldığım Hisaishi’nin çok daha iyi
besteleri olduğunu öğrendim böylelikle. Savaş sahnelerinde gerilimi arttıran
besteler bir yana, ruhani varlıkların gözüktüğü sahnelerde mistikleşen müzikler
ciddi anlamda övülmeye değer. En az filmin kendisi kadar Hisaishi’nin
bestelerine de önem verilmesi gerektiği taraftarıyım.
Miyazaki’nin bu filmde üstünde durduğu bir diğer şey de kadın kavramı. Diğer filmlerde öne çıkan ezilmiş kadın kavramından öteye giden yönetmen, bu sefer feminizmi ele almış. Demirkasaba’da neredeyse erkek egemenliğine son vermiş bir kadın dominesi çiziyor kendisi. Üstelik kasabanın başındaki kişi de bir kadın. Hatta iş biraz daha ileri gidiyor ve filmde önemli bir pozisyonda olan kurt klanının başının da bir dişi olduğunu öğreniyoruz.
Sonuç olarak Mononoke-hime, Miyazaki’nin ustalık eseri olduğunu düşündüğüm
Spirited Away kadar büyüleyici olmasa da ondan daha olgun ve daha gerçekçi
geldi bana. Yine de Spirited Away’i tahtından etmeye gücü yetmeyen filmi anime
seven ya da sevmeyen herkese, özellikle de animasyon sinemasının çocuklar için
yapıldığını düşünen bireylere şiddetle öneririm. Yazıyı da filmin o eşsiz
müziklerinden biriyle bitireyim, kulaklarınızın pasını silsin diye:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder